Kazağımı ilk ve son kez ördüğümde
Aşağıda hamburgerler beni beklerdi
Biz çöpümüzü atmıştık ve kirlenmişti dünya
Aşk yerinden oynamayan bir lobut gibiydi
Meksikalı bir kızdan
Fransızca telefon numarası istemek gibi
Sonra çöpler vardı yine
Çöp kutusunda durduğu gibi durmayan
Ve ağzı açık tabutlar üstünde kelebekler
Yürümeyi yıllardır bilen adam
Neden emekler, düşündünüz mü
Çünkü biz çöplerimizi topladığımızda
Temizlenmedi dünya
Ve çöpler vardı yine
Hep en kısalarını çektiğimiz
Month: Ocak 2011
Bir Beşiktaş Falcısının Hatıraları
yeterince sarışın değilsin
ben seni
rüzgarlı havada
vücuda yapışan gümlek yüzünden
en çok meme uçlarının üşümesi kadar
garip bir şekilde sevmiştim
yeterince yakın değilsin
ben seni
dandik filmlerde
önce bolca dayak yiyip
sonra eski günleri hatırlayarak
yediği yumruğun acısından
erkekçe bir zevk çıkaran adam gibi
ağzım burnum dağıla dağıla sevmiştim
yeterince cömert değilsin
ben seni
yağmurda
saçma salak
bir ısıtıcının altında
kıçı donarak içtiği çayın
parasını ödedikten sonra
bahşiş bırakıp, masadaki reklamcıl kibriti
büyük bir mutlulukla cebine atan o gerzek gibi
hızlıca yürüyüp bir yere yetişircesine sevmiştim
yeterince güçlü değilsin
ben seni
ben senin
neden bakmadıysam suratına
bakmak istiyorken aklımdan dizeler uçuşurcasına
neden fikirlerim değiştiyse abuk seminerlerden çıkarken
sen bana üç saniye gülümsediğinde
eriyen kalbim paçalarımdan akıyorken, tabiri caiz ise
ben neden sarılmak istediysem seni ilk kez gördüğümde
büyüklerimi dinlemeyip imana geldiğimde
işte, ben seni bu kafayla nasıl sevmiştim, bilmesem de
kendine iyi bak, sadece güneş için açılan şemsiyelerin hatrına
Candle
was walking down the avenue
when her smile knocked my lights out
it was already monday
yet too soon to pass by
i stopped to enjoy the view
and the kids were already out
car horns, dogs and gray clouds
for the rain, one of them stopped by
what a way, to start a day
when her smile made me stay
and the kids were already out
yet to soon to get away
sooner, i figured out
i never carried an umbrella
ikibinoniki
ben kıyameti bekleyen minicik bir çocuktum
sense bir ağrı kesiti benim için
bir ateş süpürüşü, bekledim yine
terleyebilsem unuturdum belki
farmakolojik özelliklerini
iki hapı aynı anda yutmanın
ben kaportası çizik bir arabaydım
sen st. antoine’da fermuar satıyordun
küçük bir el arabasıyla
beceremediğimde gömleğimin düğmelerini iliklemeyi
bana hep küçük bir kuzu çizerdin
birazdan minik dalgalar arasında kaybolacak
kumlar üzerine, bekledim yine
kıyametin gelmesini, gözleri hayatında ilk defa açılan
kocaman bir karınca gibi
ben antibiyotik görünce tik tak sesler çıkartıyordum
sen burnunu hızlıca çekip bir bardak viski dikiyordun