Hamsterlar ve İnsanlar

Bilim-kurgudan anlamayan bir nesle aşina değilim. Bazılarımız anlayan bir nesle de aşina değil sanırım ama beni bozmaz. Sinema dünyasında her şey Metropolis’le başlamıştı aslında. Ritmik bir şekilde sağa sola sallanarak fabrikaya giren işçiler, her şeyin tam zamanında ve tam da olması gerektiği şekilde yapılmak zorunda olması, insanın öneminin gittikçe azalması, vs… Sanayi devriminin başlattığı şeyler insanlığın yararın mıydı, zararına mıydı derken “insanlar” kendi değerlerini sorgulamaya başlamazlar mı hacı! Yüzyıllar önce her işi yapanın önemli olduğu bir dünyadan, birkaç büyük beyinlinin kurup bir sürü insanın vasfa gerek olmadan çalıştırıldığı bir dünyaya geçiş kolay olmamıştır tabii. Hâlâ da uğraşıyor insanlar teknolojinin belini bükmek için. Makinelerin bilinçlenip dünyayı ele geçirmesi korkusu da çoğumuzun sandığından çok daha gerilere uzanıyor zamanda. Zira daha bilinçlenmeden insanoğlunu birkaç basamak aşağı iten bu “şeytan icatları” bilinçlense ilk kimin kıçına atom bombasını sokacaklar onu ben de merak ediyorum.

Bu konuları en sağlam işleyen yapımlardan biri olan Terminator serisi zamanında bilim-kurgudan hiç haz etmeyen kişilerin bile aklıma Skynet figürünü tıkayarak iyi mi etti kötü mü etti o da bilinmez. Günümüzde Skynet olmaya aday sanal ortam piçleri dendiğinde aklımıza genellikle Google gelir. İnternet ortamında sırf arama motoru olarak bile düşünüldüğünde Google’ın tanrı olduğunu ispat etmeye çalışan, bazen büyük oranda -matematiksel olarak- ispat eden yüzlerce, belki binlerce insan evladı var. Ama sürekli savunma halindeki varlıklar olarak genelde Metropolis’e, Matrix’e, Terminator’a ve türevlerine konsantre oluyoruz. Böylece kimsenin aklına Bicentennial Man gelmiyor. Benim düşüncem de son verdiğim örneğe daha yakın. Günümüzde basit işler için tasarlanmış ve/veya daha deneme aşamasında olan birçok aletin insanın karmaşık yapısına ulaşması için on fırın ekmek yemesi lazım. Bakın ulaşamaz demiyorum. Yaratılışçıların bence en sağlam şekilde sıçtıkları nokta insanın mükemmelliği ve eşsizliğidir. Kuşların uçma, yılanların karanlıkta görme yetilerine ortak olma çabamız yıllardır görmezden gelinerek insan mükemmeldir denilmesi bence doğaya hakarettir. Doğa içinde hangi varlığın ne konuda üstün olduğunu doğanın üstüne çıkmadan anlayamayacağımız gayet açık ve seçik olmalı, ama insanlar kendi zihinleri içinde duran ve zihinsel faaliyetlerini engelleyen kelepçeleri daha çözemediler. En azından içinde bulunduğumuz yüzyılda kapasitesi artırılan makineler insan beyninin karmaşasına -büyük ihtimalle- ulaşamayacağı için, duygu-düşünce gibi özelliklere sahip olsalar bile dünyayı ele geçirmekten çok, özendikleri insanlar gibi olmaya çalışacaklardır. En azından insanoğlu elinden uzaktan kumandayı bırakana kadar.

2001: A Space Odyssey filminde her şey -en azından sembolik manada- havada uçan bir kalemle başlıyor. Yani insanoğlunun eşya üzerindeki otoritesinin, kontrolünün kaybıyla. Ama filmde bahsedilen bilgisayar insanoğlunun zayıf noktası olan “duygu”dan mahrum olsaydı, kontrolü ele geçirmeye çalışır mıydı? Büyük ihtimalle filmin devamı çekilse, ve aslında görev sırasında bir şekilde fişi çekilmemiş olsa, dünyaya döndüğünde zaten çekilecek ve insan hayatını hiçe saymayan yeni bir versiyonu yapılana kadar depoya kaldırılacaktı. O kadar şeyi hesap eden, bir saniye içinde milyarlarca işlem yapabilen alet, bunu mu hesaplayamacak sevgili okur? Ama tabii ki filmin anlatmaya çalıştığı şey de buydu, “duyguları olan alet zararlıdır hocam.” Filmdeki bilgisayar duygulardan arınmış gözükse de, ona kendi kararlarını verecek imkanı sağlayan “hırs” filmdeki en önemli ayrıntıdır bence. Ona o mekanikliği, sertliği sağlayan da insanların korktuğu “makine duyguları”ndan başka bir şey değildir.

Makineler dünyayı nasıl ele geçirir peki? Zaten dünyanın kontrolü büyük oranda insanlarda gözüküyor. Bana kalırsa önce insanlara özenen robotlar ortaya çıkacak “duygu ve düşünce” kavramları mekanik ortama aktarıldıktan sonra. İnsanlar da öküz olmadıklarından dolayı bu duygu ve düşüncelerin kendilerine zarar vermeyecek şekilde kullanılması için ellerinden geleni yapacaklar. E adam makine olduğu için aklında kötü bir düşünce varsa bile yüzyıllarca sabredebilir zaten, kendini tehlikeye atacak bir isyan başlatmaz. Zamanı geldiğinde Robin Williams’a benzer bir robot çıkacak ve insanlığa özenen ilk robot çeşitli modifikasyonlardan geçtikten sonra insan olarak nitelendirilebilecek. İnsanlığın sonu Skynet’in attığı atom bombasıyla falan gelmeyecek yani, her şey araya sızmalarla, insanlığın yüzüne gülmelerle ve yavaş yavaş olacak. Bir süre sonra insanlar da robotların kendileri gibi olduğuna inanmaya başlayacaklar. Ama insanlar kendi aralarında bile sürekli münakaşaya giren, mantıksal sorunlar yaşamaya meyilli varlıklar olduğu için, bu eşitlik onların aleyhine işleyecek. Makineler arasındaki “birlik ve beraberliğe” ihtiyaç duyulan günler gelecek. O birlik ve beraberlik sağlandığında ise gezegenin sahibi robotlar olacak. E tabii dünyanın içine eden insanoğlunu ortadan kaldırmak gerekecekse de, onları köle olarak kullanmak ve üzerlerinde daha önce teknolojinin el vermediği deneyler yapmak daha mantıklı olacak.

Al sana felaket senaryosu sevgili okur. Ama bu senaryoda dikkat etmen gereken tek bir şey var, “zafere giden yol çiçeklerle kaplı değildir” sözü tamamen yanlıştır. Aslında çiçeklerle kaplıdır o yol. Aniden ve zorla yapılan her şey bir yerden patlak verir. Mantık açısından bir anda bir şey yapıp sonsuza kadar onun çatlaklarını sıvamak pek akıllı adam işi olmadığından, yavaş yavaş ve prüzsüz şekilde, her anı kontrol edilen bir sistem kurup onu devam ettirmek hem daha masrafsız, hem daha hoştur. Son olarak, öpüyorum gözlerinden.