Atom-altı Parçacıklar

İnanın ecnebî filmlerine yakıştırılmış kolpa alt yazılar gibiyim. Fuck you diyorum kahretsin oluyor. Shit diyorum lanet oluyor. Hani derler ya Türkçe her yöne sündürülür, çekilir diye. İngilizce daha kötü. Her yöne büzülebiliyor. Kırk yıllık “orospu çocuğu”nu, “g..t oğlanı”nı, “ibne”yi ‘lanet herif’te toplayabiliyoruz. Cem Yılmaz’ın “Uyuşturucu kaçakçısı filmde bir düzgün konuşuyor ki, sanırsın TDK uyuşturucu kaçırıyor” sözünde olduğu gibi toplumca bazı şeyleri kaldırabilecek duruma gelebilmemiz lazımken, ben niye bireysel olarak kasmak zorunda kalıyorum ki?
Hop ciddi oldum, hop manyak oldum, hopppppp inek oldum -yok artık-, hop yoruldum, tembel oldum. Hayatımı oradan oraya zıpızlayarak geçirmem çok mantık dışı olacağına göre bu işte bir iş var.
Çok mu boktan bir insanım ki hep kendimi düzeltmek zorunda kalayım diyorum kendimle başbaşa kalınca. Benliğimle ilişkimin de pek bir farkı yok sizliğinizle ilişkimden. Bir çırpıda bitirilmiş, çük kadar bir sebep yüzünden yok olmuş arkadaşlıklar gibiyim. Hani sırf bitirmek için sebep arananlarından, kaçılanlarından. Bu kadar kolay değişiyor, bu kadar kolay yok oluyorum. Kimse farkımda bile olmuyor gittiğimde. Etrafınızda gördüğünüz ben değilim, bedenim. Uçup gidiyorum vücudumdan size haber vermeden. Giderken bir not bile bırakmıyorum… Kendimi bedenime hep ben bağlıyorum, sımsıkı tutunsam da yine gidiyorum. Kontrolümde olmayan şeylere yaklaşmıyorum kontrolümde olan şeyler ise bırakmıyor anasını satiim. Dünya etrafımda dönmese bile dönüyormuş gibi yapıp gıcık ediyor bazen, tüm sorumluluğu bana yükler gibi yapıp geri çekiyor. Aynı öndeki futbolcuyu çekecek gibi yapıp, bir anda bırakan ve dengesini bozan çirkef futbolcu gibi. Tam gidecekken geçmişten bir el beni çeker gibi yapıyor, sonra bırakıyor, düşüyorum. Bazı insanlar vardır, hayat onlar için her zaman daha kolaydır. Bazıları vardır, arada sırada kolaylaşır hayatları… Azıcık mutlu olunca da ihtiyacı olup da istemediklerini çöpe atarlar hemen, bazen daha iyileri için, çoğu zaman da daha kötüleri için. Kötü bir seçim yapmaktan daha iğrenç bir şey varsa, o da bir seçimi neden yaptığını bilmemektir. Kendinde hata arama mekanizması gelişmemiş olan benim gibi insanlar neredeyse hiçbir zaman bilmezler neyi neden yaptıklarını. Neredeyse tüm sorunlarını da hayatı “yaşayamayanlar”la, daha büyümemişlerle tecrübe ederler. Tabii bir yere kadar.
Kimileri yürürken sakız çiğneyemez. Ya sakızı ağzından atması, yutması; ya da durması gerekir. Bazılarının 180 derece dönmesi gerekir. Otururken ağzına tat katan, ferahlatan sakızı bir hışımla tükürmesi, bir de küfretmesi gerekir. Yere atıp üstüne basması, zıplaması lazım gelir. Küçücük sakızı bile muhatap alıp ezmeye çalışırken kahrolanlar, hayatın karmaşık labirentlerinde karşılarına çıkacak olan ejderhalarla nasıl baş edecekler o bilinmez. Küçük kahramanlar büyük filmlerde görünmez olurlar. Çabuk ölürler.

Tuvalet

Düşünsenize! Bir gün tuvalete giriyorsunuz, çıktığınızda her şey değişmiş. Bu geçen gün aklıma geldi aslında. Oda arkadaşım ve birkaç arkadaşla yurda dönüyorduk. Ben odaya kısa bir süre girdim ve tuvalete gittim. Ayıptır söylemesi biraz çok kalmışım, geldiğimde de bu soruyu sordum oda arkadaşıma: “Düşünsene abi, bir gün tuvaletten çıkıyosun, dünya değişmiş, n’aparsın?”. Hepimize çok absürd gelebilir bu ama çok küçük de olsa bir ihtimal vardır tabii ki. Kendimizi o kadar kaptırıyoruz ki klişelere, kalıplara… ‘Şu olursa şu şekilde olmalı’lara… Klasik Amerikan filmi konusu: bir kişi hastadır, komadadır veya savaştan dönmüştür. Geldiğinde(veya kendine geldiğinde) ülkesi bir gariptir, eşi başkalarıyla “takılmakta”dır… Binalar, insanlar, hayvanlar bile bir gariptir. O yokken neler yaşanmıştır kim bilir… Mesele o yokken neler yaşandığı zaten. Onun nasıl yok olduğu değil. Bir insan komaya girebiliyor, tuvalete de girebiliyor. Hiç insanın ortalıkta -bir şekilde- yokken neler yaptığı, neler yaşadığı-hissettiği tartışılmamış, dikkate alınmamıştır. Varsa yoksa çevredeki, insanlardaki değişimler. Uzak bir yerden gelmişsiniz gibi olmaz komaya veya tuvalete girince. Komadan çıkınca pek az insan size o asıl soruyu sorar: Koma tam olarak nasıldı, ne vardı? Çoğu kişi “Işık gördün mü lan ışık?” diye geyiğe bağlar. Tuvaletten çıkınca ise zaten ne yaptığınız bellidir. Tuvalette ne düşündüğünüz, yanınızda götürdüyseniz ne okuduğunuz, aklınıza neler geldiği önemli değildir. İnsan hep giderken ve gelirken hatırlanıyor, çok garip. Tam olarak yokken hatırlanmıyor. Orada değilse yok sayılıyor. Bireyin önemi olmuyor hiç, özellikle uzaktaysa. Gerçekten inanın buna. Bir gün tuvalete gireceksiniz, çıktığınızda her şey çok farklı olacak. Pencereden kafanızı uzattığınızda gördüğünüz dünya bizim dünyamız, ağaçlar bizim ağaçlarımız, sokaklar bizim sokaklarımız olmayacak. Sizin de bir öneminiz olmayacak o zaman. Çünkü siz yoktunuz, hiç olmamış gibisiniz şimdi de. Bardağı taşıran hep son damladır denir ya hani… Her şey bir anda olacak, siz komadayken değil, siz uzaklardayken değil… Tuvaletteyken olacak. Olurken farkında bile olmayacaksınız, yoktunuz çünkü zamanında. Olmanız gereken yerde değilken yaptığınız hiçbir şeyin de önemi yok.